9 Temmuz 2016 Cumartesi

Market ve ev arası hayat

Markete gidip bir şeyler alayım diyorum kendi kendime sonra da markette kendimi ne alsam diye düşünürken saatlerimi harcarken buluyorum.Zaman kavramının hiçbir zaman önemi olmamıştı zaten benim için.
Boş boş gözlerle tavuğun üzerinde gramajı inceliyorum, kilosu 6 liraysa 1.425 gram tavuk kaç liraya gelir acaba diye hesap yapmaya çalışıyorum ama olmuyor zayıf matematiğim el vermiyor. Liseden sonra zaten hiç düzelmemişti zaten matematiğim.
Sonra hazır çorba alıyorum birkaç tane, yapması en kolaylardan olduğu için işime geliyor doğrusu. Süt alayım diyorum, gece yatmadan evvel içerim diye düşünüyorum.
saat 7'de girdiğim marketten 15 liralık alışveriş yapıp çıkmam 8'i buluyor.
Gün boyu dışarı çıkmamış olduğumu hatırlıyorum. Markete de gitmemiş olsam gün boyunca evde oturmuş olacaktım demek ki.
Marketten çıkıyorum. Marketin önündeki arabanın ön koltuğundan bir anne çıkıyor ve içerde çocuğu ağlıyor. "Eli sıkıştı, eli sıkıştı" diye telaşla kapıyı geri açıyor ama çocuk feryat figan ağlıyor. Elimde poşetlerle çocuğu inceliyorum bir şey oldu mu diye. Arka koltukta oturan kadın -sanırım teyzesi- "hemen hastaneye götürelim hemen" diyor evhamlı bir şekilde. Öyle evhamlı söylüyor ki ben de yere doğru bakıyorum acaba parmağı mı koptu diye. Gözlemlerime göre çocuğun sadece parmağının tırnağının ucu sıkışmış nerdeyse ve hiçbir şeyi yok, çok şükür. "Melekler küçük çocukları korur" demişlerdi önceden, onu da teyit etmiş oldum.
"Hiç mi iyi bir şey olmaz, ne boktan bir gün" diyerek yola devam ettim.
Eve gelince poşetleri kapının önüne koyup anahtarımla kapıyı açtım. Anahtarın düşmemiş olduğu için tekrar şükrettim.
Yan evdeki komşunun sevgilisiyle yüksek sesle gülüşmelerini duyunca canım sıkılmadı değil. Ben evde yalnızken onun alem yapması hiç de adil değildi Tanrım.
İçeri girdim, mutfağın ışığını yaktıktan sonra poşetleri yere kaldırıp attım.
Sonra ışığı bile yakmadan odama girip yatağıma uzandım. Gözlerim dolmuştu. Neden bilmiyorum ama ağlayasım gelmişti. Bugün yalnızlığın ilk günü ve ben şimdiden bu hale gelmiştim. Kalan günleri nasıl atlatırım bilmiyorum.
Yemek yiyesim bile kaçmıştı.
"Bu hayat bana reva mı Tanrı'm?" diye soruyordum odamın penceresinden göğe bakarak.
20 yaşında delikanlı bir gencin böylesine bi yalnızlıkla baş başa bırakılması ne kadar mantıklıydı?
Aklım soru işaretleriyle doluydu, bıraksalar sonsuza dek uyurdum ama izin vermezlerdi.
Kalkıp yaşamak zorundaydım.
"atlacağım bu günleri" dedim kendime.
Ama nasıl? orasını ben de bilmiyordum.
Ama inanıyorum, atlatacağım.
şimdi mutfağa dönüp kendime yemek yapmalıyım,
hoşça kal.

13 Haziran 2016 Pazartesi

Kız istemek

bir kızı istemeye gelen birine neden iyi biri misin diye sormak yerine işi ve maaşı sorulur?

neden hayallerin var mı diye sormuyorlar mesela? hayalleri olmayan, suratında bir karış ciddiyetle gezen bir adam eşini nasıl sevsin?

neden şiir sever mi, kitap okur mu diye sormuyorlar? kitap okumayan biri tv izlemekten eşine vakit ayırmaz ki. 

neden gezmeyi sever misin diye sormuyorlar? sürekli evde oturan bir adam eşini ne kadar eğlendirebilir ki? 

neden çocuk sever misin diye sormuyorlar mesela? çocuk sevmeyen biri çocuğunu lunaparka götürür mü? 

maddiyat ne zamandır önüne geçmiş aşkın? bir külçe altın ne zamandır daha ağır geliyor seven bir kalpten?

25 Mayıs 2016 Çarşamba

Bankada kitap

... bankada biraz işim vardı, aslına bakarsan benim işim de değil arkadaşın işiydi ama arkadaş çalıştığı için banka saatine yetişemiyordu o yüzden ben gidiyordum. arkadaşın kimliği bendeydi onun kimliği ile ben halledecektim işi, bir nevi onun adına işlem yapacaktım.

otobüse binip bankaya doğru gidiyordum. yolda da dostoyevski'den öteki ben'i okuyordum, 12 bölüm olan kitabın 11.bölümüne başlamıştım ki bankanın oraya geldiğimi fark ettim ve indim. indiğimde saat henüz 12.12 idi. 

"daha 18 dakika var biraz kitap okuyayım bari, hem bitiririm en azından" diye kendi kendime düşünüp bankanın kapısının yanındaki boşluğa çantamı attım ve üstüne oturup elime kitabımı alıp okumaya başladım.

yoldan geçenler dikkatlice beni izliyorlardı. sanırım ilk defa böyle bir yerde kitap okuyan birini görüyorlardı. hoş ben de olsam ben de şaşırırdım yani banka kapısının yanında kitap mı okunur? hatta dilenci sanan bile oldu bir tek para atan olmadı.

11.bölümü bitirmek üzereydim ki bankanın kapısının önüne takım elbiseliler geldi.

"yerin rahatmış"

"sizi bekliyordum, açılacak mı şimdi?" dedim gülümseyerek.

"yok daha 5 dakika var ama orda oturma gel içerde oku"

"iyi olur" deyip doğruldum çantamı sırtıma alarak. 

kitabı belimin hizasında tutuyordum ki takım elbiseli adamın kitabın adına bakmaya çalıştığını fark ettim ve elimle kitabın kapağını adama doğru gösterdim.

"dostoyevski demek" dedi biliyormuşcasına bir edayla.

"evet, rus edebiyatı severim" dedim içeri geçerken.

takım elbiseliler içeri dağıldı ve ben de bankanın içinde kitabımı okumaya devam ediyordum.

saate baktım, bankanın açılmasına daha 5 dakika vardı. okumaya tam devam edecekken bankanın kapısına bi kadın vurmaya başlamıştı. önce saate baktım sonra kadına sonra elimle daha 5 dakika var işareti yapıp beklemesini söyledim.

"ben burada çalışıyorum" dedi kadın gülerek.

gittim kapıyı açtım "pardon bilmiyordum" diyerek.

"siz nasıl erken girdiniz içeri?"

"kapının ağzında kitap okuyordum kapıyı açıp içeri aldılar burda okumam için" diye gülerek cevapladım.

5-10 saniyeliğine kendimi savaştan kaçmış mülteci gibi hissettim sonra tekrar kitaba döndüm.

öyle bir anı işte...

19 Mayıs 2016 Perşembe

Aşka kriter koymak

Maşuğunu bütün iyi yönleriyle değil de bütün kötü yönlerine rağmen sevmeli aşık, işte o zaman aşk budur ve aşka kriter koyan zihniyet her zaman kaybetmeye mahkumdur.

12 Mayıs 2016 Perşembe

Saplantı

Saplantı derecesinde aşık olmak kişiyi yavaş yavaş yok olmaya götürür.

Artık siz yoksunuz çünkü siz aşık olduğunuz kişi olmuşsunuz. O sizin her şeyiniz olmuş. Ondan başkası yaşamıyor bu dünyada sanki. Ailenizi bile unutur hale gelebilirsiniz. Onun en ufak derdi sizin kalbinizi parçalar, onun en ufak mutluluğu sizi dünyanın en mutlu kişisi yapar. Saniye saniye, dakika dakika ondan haber almak istersiniz. Bugün nasıl acaba? Sağlığı iyi mi? Hasta olmadı umarım diyerek onun üstüne titrersiniz. Her gün her sabah her akşam sadece onunla konuşmak istersin. Başkalarına da sürekli onu anlatırsın. İnsanlar artık "yeter yine onu anlatma" diyecek hale gelirler. Acınızı, mutluluğunuzu, mutsuzluğunuzu sadece onunla paylaşırsınız. Başkası sanki sizi asla anlamayacakmış gibi. O sizde artık bir saplantı haline gelmiştir. Onunla en ufak tartışmada kendinizi suçlu hissedersiniz çünkü o sizin için mükemmeldir, onun kusuru yoktur, o kusursuzdur, her zaman bütün hata sizdedir, her zaman siz özür dilersiniz ve daha bunun gibi yüzlerce durum daha örnek gösterebilirim..

Ama en kötüsü de maşuğun bu durumdan sıkılmasıdır.
Eğer maşuk bu durumdan sıkılmışsa aşık önce hayatını mahveder sonra kendini yok eder..

10 Mayıs 2016 Salı

Erkekleri aşık etmek

Erkekleri aşık etmek için güzel olun. Çok klişe oldu değil mi? hayır yani güzel derken sırf fiziksel güzellik değil, hem fiziksel hem de karakter olarak.

Önce iyi bir dinleyici ve iyi bir arkadaş olup ona daha önce hissetmediği duyguları hissettirebilmelisiniz.

Dürüst olun, doğru olanları söyleyin. ona saygılı olun ki saygı en önemli konulardan biri.

Onu kendinize fark ettirmeden bağlayın, sürekli sizi isteyecek hale gelsin.

Yavaş yavaş onu aşk çukuruna itekleyin, tam çukurun ağzında senden hoşlanıyorum deyip tekmeyi koyun çukurun içine düşürün, sonra buyrun, erkek size aşık.

İyi aşklar :")

7 Mayıs 2016 Cumartesi

Sonbahar

Melankolinin dibe vurduğu, kasvetin tavan yaptığı, müziklerin notalarından çok sözlerinin duyulduğu, yaprakların birer birer döküldüğü, hafif esen rüzgarın saçı dağıttığı ve tek başına kulağında kulaklıkla dışarda dolaşmanın en zevkli olduğu bu mevsim sevilmez mi hiç?