9 Temmuz 2016 Cumartesi

Market ve ev arası hayat

Markete gidip bir şeyler alayım diyorum kendi kendime sonra da markette kendimi ne alsam diye düşünürken saatlerimi harcarken buluyorum.Zaman kavramının hiçbir zaman önemi olmamıştı zaten benim için.
Boş boş gözlerle tavuğun üzerinde gramajı inceliyorum, kilosu 6 liraysa 1.425 gram tavuk kaç liraya gelir acaba diye hesap yapmaya çalışıyorum ama olmuyor zayıf matematiğim el vermiyor. Liseden sonra zaten hiç düzelmemişti zaten matematiğim.
Sonra hazır çorba alıyorum birkaç tane, yapması en kolaylardan olduğu için işime geliyor doğrusu. Süt alayım diyorum, gece yatmadan evvel içerim diye düşünüyorum.
saat 7'de girdiğim marketten 15 liralık alışveriş yapıp çıkmam 8'i buluyor.
Gün boyu dışarı çıkmamış olduğumu hatırlıyorum. Markete de gitmemiş olsam gün boyunca evde oturmuş olacaktım demek ki.
Marketten çıkıyorum. Marketin önündeki arabanın ön koltuğundan bir anne çıkıyor ve içerde çocuğu ağlıyor. "Eli sıkıştı, eli sıkıştı" diye telaşla kapıyı geri açıyor ama çocuk feryat figan ağlıyor. Elimde poşetlerle çocuğu inceliyorum bir şey oldu mu diye. Arka koltukta oturan kadın -sanırım teyzesi- "hemen hastaneye götürelim hemen" diyor evhamlı bir şekilde. Öyle evhamlı söylüyor ki ben de yere doğru bakıyorum acaba parmağı mı koptu diye. Gözlemlerime göre çocuğun sadece parmağının tırnağının ucu sıkışmış nerdeyse ve hiçbir şeyi yok, çok şükür. "Melekler küçük çocukları korur" demişlerdi önceden, onu da teyit etmiş oldum.
"Hiç mi iyi bir şey olmaz, ne boktan bir gün" diyerek yola devam ettim.
Eve gelince poşetleri kapının önüne koyup anahtarımla kapıyı açtım. Anahtarın düşmemiş olduğu için tekrar şükrettim.
Yan evdeki komşunun sevgilisiyle yüksek sesle gülüşmelerini duyunca canım sıkılmadı değil. Ben evde yalnızken onun alem yapması hiç de adil değildi Tanrım.
İçeri girdim, mutfağın ışığını yaktıktan sonra poşetleri yere kaldırıp attım.
Sonra ışığı bile yakmadan odama girip yatağıma uzandım. Gözlerim dolmuştu. Neden bilmiyorum ama ağlayasım gelmişti. Bugün yalnızlığın ilk günü ve ben şimdiden bu hale gelmiştim. Kalan günleri nasıl atlatırım bilmiyorum.
Yemek yiyesim bile kaçmıştı.
"Bu hayat bana reva mı Tanrı'm?" diye soruyordum odamın penceresinden göğe bakarak.
20 yaşında delikanlı bir gencin böylesine bi yalnızlıkla baş başa bırakılması ne kadar mantıklıydı?
Aklım soru işaretleriyle doluydu, bıraksalar sonsuza dek uyurdum ama izin vermezlerdi.
Kalkıp yaşamak zorundaydım.
"atlacağım bu günleri" dedim kendime.
Ama nasıl? orasını ben de bilmiyordum.
Ama inanıyorum, atlatacağım.
şimdi mutfağa dönüp kendime yemek yapmalıyım,
hoşça kal.

13 Haziran 2016 Pazartesi

Kız istemek

bir kızı istemeye gelen birine neden iyi biri misin diye sormak yerine işi ve maaşı sorulur?

neden hayallerin var mı diye sormuyorlar mesela? hayalleri olmayan, suratında bir karış ciddiyetle gezen bir adam eşini nasıl sevsin?

neden şiir sever mi, kitap okur mu diye sormuyorlar? kitap okumayan biri tv izlemekten eşine vakit ayırmaz ki. 

neden gezmeyi sever misin diye sormuyorlar? sürekli evde oturan bir adam eşini ne kadar eğlendirebilir ki? 

neden çocuk sever misin diye sormuyorlar mesela? çocuk sevmeyen biri çocuğunu lunaparka götürür mü? 

maddiyat ne zamandır önüne geçmiş aşkın? bir külçe altın ne zamandır daha ağır geliyor seven bir kalpten?

25 Mayıs 2016 Çarşamba

Bankada kitap

... bankada biraz işim vardı, aslına bakarsan benim işim de değil arkadaşın işiydi ama arkadaş çalıştığı için banka saatine yetişemiyordu o yüzden ben gidiyordum. arkadaşın kimliği bendeydi onun kimliği ile ben halledecektim işi, bir nevi onun adına işlem yapacaktım.

otobüse binip bankaya doğru gidiyordum. yolda da dostoyevski'den öteki ben'i okuyordum, 12 bölüm olan kitabın 11.bölümüne başlamıştım ki bankanın oraya geldiğimi fark ettim ve indim. indiğimde saat henüz 12.12 idi. 

"daha 18 dakika var biraz kitap okuyayım bari, hem bitiririm en azından" diye kendi kendime düşünüp bankanın kapısının yanındaki boşluğa çantamı attım ve üstüne oturup elime kitabımı alıp okumaya başladım.

yoldan geçenler dikkatlice beni izliyorlardı. sanırım ilk defa böyle bir yerde kitap okuyan birini görüyorlardı. hoş ben de olsam ben de şaşırırdım yani banka kapısının yanında kitap mı okunur? hatta dilenci sanan bile oldu bir tek para atan olmadı.

11.bölümü bitirmek üzereydim ki bankanın kapısının önüne takım elbiseliler geldi.

"yerin rahatmış"

"sizi bekliyordum, açılacak mı şimdi?" dedim gülümseyerek.

"yok daha 5 dakika var ama orda oturma gel içerde oku"

"iyi olur" deyip doğruldum çantamı sırtıma alarak. 

kitabı belimin hizasında tutuyordum ki takım elbiseli adamın kitabın adına bakmaya çalıştığını fark ettim ve elimle kitabın kapağını adama doğru gösterdim.

"dostoyevski demek" dedi biliyormuşcasına bir edayla.

"evet, rus edebiyatı severim" dedim içeri geçerken.

takım elbiseliler içeri dağıldı ve ben de bankanın içinde kitabımı okumaya devam ediyordum.

saate baktım, bankanın açılmasına daha 5 dakika vardı. okumaya tam devam edecekken bankanın kapısına bi kadın vurmaya başlamıştı. önce saate baktım sonra kadına sonra elimle daha 5 dakika var işareti yapıp beklemesini söyledim.

"ben burada çalışıyorum" dedi kadın gülerek.

gittim kapıyı açtım "pardon bilmiyordum" diyerek.

"siz nasıl erken girdiniz içeri?"

"kapının ağzında kitap okuyordum kapıyı açıp içeri aldılar burda okumam için" diye gülerek cevapladım.

5-10 saniyeliğine kendimi savaştan kaçmış mülteci gibi hissettim sonra tekrar kitaba döndüm.

öyle bir anı işte...

19 Mayıs 2016 Perşembe

Aşka kriter koymak

Maşuğunu bütün iyi yönleriyle değil de bütün kötü yönlerine rağmen sevmeli aşık, işte o zaman aşk budur ve aşka kriter koyan zihniyet her zaman kaybetmeye mahkumdur.

12 Mayıs 2016 Perşembe

Saplantı

Saplantı derecesinde aşık olmak kişiyi yavaş yavaş yok olmaya götürür.

Artık siz yoksunuz çünkü siz aşık olduğunuz kişi olmuşsunuz. O sizin her şeyiniz olmuş. Ondan başkası yaşamıyor bu dünyada sanki. Ailenizi bile unutur hale gelebilirsiniz. Onun en ufak derdi sizin kalbinizi parçalar, onun en ufak mutluluğu sizi dünyanın en mutlu kişisi yapar. Saniye saniye, dakika dakika ondan haber almak istersiniz. Bugün nasıl acaba? Sağlığı iyi mi? Hasta olmadı umarım diyerek onun üstüne titrersiniz. Her gün her sabah her akşam sadece onunla konuşmak istersin. Başkalarına da sürekli onu anlatırsın. İnsanlar artık "yeter yine onu anlatma" diyecek hale gelirler. Acınızı, mutluluğunuzu, mutsuzluğunuzu sadece onunla paylaşırsınız. Başkası sanki sizi asla anlamayacakmış gibi. O sizde artık bir saplantı haline gelmiştir. Onunla en ufak tartışmada kendinizi suçlu hissedersiniz çünkü o sizin için mükemmeldir, onun kusuru yoktur, o kusursuzdur, her zaman bütün hata sizdedir, her zaman siz özür dilersiniz ve daha bunun gibi yüzlerce durum daha örnek gösterebilirim..

Ama en kötüsü de maşuğun bu durumdan sıkılmasıdır.
Eğer maşuk bu durumdan sıkılmışsa aşık önce hayatını mahveder sonra kendini yok eder..

10 Mayıs 2016 Salı

Erkekleri aşık etmek

Erkekleri aşık etmek için güzel olun. Çok klişe oldu değil mi? hayır yani güzel derken sırf fiziksel güzellik değil, hem fiziksel hem de karakter olarak.

Önce iyi bir dinleyici ve iyi bir arkadaş olup ona daha önce hissetmediği duyguları hissettirebilmelisiniz.

Dürüst olun, doğru olanları söyleyin. ona saygılı olun ki saygı en önemli konulardan biri.

Onu kendinize fark ettirmeden bağlayın, sürekli sizi isteyecek hale gelsin.

Yavaş yavaş onu aşk çukuruna itekleyin, tam çukurun ağzında senden hoşlanıyorum deyip tekmeyi koyun çukurun içine düşürün, sonra buyrun, erkek size aşık.

İyi aşklar :")

7 Mayıs 2016 Cumartesi

Sonbahar

Melankolinin dibe vurduğu, kasvetin tavan yaptığı, müziklerin notalarından çok sözlerinin duyulduğu, yaprakların birer birer döküldüğü, hafif esen rüzgarın saçı dağıttığı ve tek başına kulağında kulaklıkla dışarda dolaşmanın en zevkli olduğu bu mevsim sevilmez mi hiç?

24 Nisan 2016 Pazar

Jiletten kelebek

Aşk, avucunun içinde duran kanatları jiletten bir kelebek,
ne kadar çok sıkarsan o kadar çok avucunu kesecek ve
ne kadar serbest bırakırsan o kadar kaçmaya yeltenecek
ama sonuçta bir kelebek maalesef eninde sonunda ölecek.

23 Nisan 2016 Cumartesi

Ayakla vura vura eve taş getirmek

Evdekiler bakkala falan yollar, almak için yola çıktığın şeyi ilk bakkalda bulamazsın. ikinci bakkala gidersin, o da biraz uzaktadır, biraz yorulursun falan sonra bakkaldan gerek olan şeyi aldıktan sonra sokakta gözüne bir taş çarpar. böyle güzel de bir taştır hani bildiğin yere düşmüş yıldız tanesi. neyse ilk şutu atarsın taşa, sokağın bayağı ilerisine gider, gözden kaybolmasını istemezsin sonra yavaş yavaş kısa pas çalışması yapıyormuş gibi taşı tepikleyerek bütün sokakları geçersin, kafan hep yerdedir çünkü taşın gözden kaybolmasını istemezsin.

En sonunda ise evin kapısına kadar taşla geldiğinde bir duygusallık başlar, şimdi taşı bıraksam mı burda yoksa eve mi alsam mı diye düşüncelere girersin ve çocukluğun da verdiği duygusallık ile taşı eve getirirsin hani sanki besliyecekmişsin gibi...

Gerçek Aşk bekler

Saat 00.51, fonda "true love waits" çalıyor.
ben de şarkının dediğine uyuyorum, bekliyorum..
mesaj yok, sohbet yok, sesini duyalı en son 1 ay oldu galiba..
konuşarak anlatamıyorum kendimi. Hoş zaten konuşamıyorum ki..
beceremiyorum işte konuşmasını ben en iyisi cümlelere dökerek anlatayım duygularımı..
soğuyorum çünkü soğuk davranıyorsun..
üzülüyorum çünkü bitsin istemiyorum..

ufak bi ara verdim, kahvemi yudumlayayım dedim kahvem bitmiş, bitmemiş aslında. O da soğumuş sen gibi. Ben de fondip yaptım..
ne zaman eskisi gibi davranacaksın tekrar?

Dikiş tutmamış yaralar dikiş tutunca hiç yaralanmamış gibi görünür mü?
Zedelenmiş ilişki her şeyin güzel olduğu haline döner mi?

Buralar kalabalık...

Yalan söylüyorum, kalabalık falan değil aslında evde tek başımayım ve sıkılıyorum, kalabalık olan kafamın içi..
kelimeler beynimin içinde pinpon oynuyor, let seslerini bile duyabiliyorum..

saat 01.02 olmuş..
Yine Radiohead'ten bu kez "Creep" çalıyor.
ben de yine şarkının dediğine uyuyorum, gıcık ve garip bir şey oluyorum..
I don't belong here kısmına bağırarak eşlik etmek istiyorum, lanet olsun, ben gerçekten buraya ait değilim..
ait olduğum yere geri mi dönmeliyim? bilmiyorum.
Bir dakika.. Ben nereye aitim ki? Yeraltı mı? ondan da emin değilim.

Dolar piyasası bile senin kadar düşmemiştir.. ilgi seviyen tepeyi gördükten sonra anlamalıydım zaten düşüşe geçeceğini, hani hep böyle olur ya piyasada.. yok yok hayır ilgiye muhtaç falan değilim ama bu kadar ilgisizliğe kayıtsız kalamadım..

her neyse,
seni ne mutlu ediyorsa onu yap,
ne yapıyorsan yap.
şarkı bitti..
hoşçakal.

Kendimle sohbet

yine her zamanki gibi boş bir pazar. Evde kimse yok, yine geç uyandım. kahvaltımı hazırlayacağım birazdan.
bi sevgilim vardı. bilmiyorum galiba hala var ama kendisinden haber alamıyorum, o nasıl iş diye sormayın çünkü inanın ben de bilmiyorum.
yapacak hiçbir şey yok, gel şuraya gidelim diyebileceğim bir arkadaşımın olmadığı gibi.
yakın zamanda kitaplarıma geri dönmeliyim. Dostoyevski amcadan okumadıklarımı okuyayım..
yalnızlık insanın kalbini köreltiyor, bir süre sonra sevemez hale geliyorsun. lanet olsun hiçbir şeyi sevemiyorum.
kendime birtakım hobiler buluyorum kimi iyi kimi kötü. ama nedense benden başka herkese saçma geliyor hobilerim. piyano çalmak istiyorsam bunun neresi saçma?

"piyanist mi olacaksın bu yaştan sonra?"

olmayacağım, olamayacağım, bunu ben de biliyorum. ama gel gör ki bir kişi de öğren çal biz de dinleriz demiyor, aksine git daha doğru düzgün bir şeyle uğraş diyorlar.

soruyorum sizlere.
daha doğru düzgün bir şey nedir? hayatın gayesi nedir? evlenip mutlu bir yuva kurmak?
okulumuzu okuyoruz, bitince umarım meslek sahibi olurum. peki sonra? ben kendimi mutlu edemezsem nasıl mutlu bi yuva kurarım?

kafamda dolaşan soruların hiçbirine yanıt bulamıyorum üstelik daha kötüsü de kafamdaki soruları paylaşacak -paylaşabileceğim- kimseyi de bulamıyorum.
bir kere paylaşmıştım, aman boşver dediler. ne güzel tavsiye (!)
galiba bir çözüm yolu biliyorum ama ondan da emin değilim.
öncelikle kendime şu soruyu sormam lazım.
bu saçma şeyleri gerçekten bırakmak istiyor muyum?

sanırım her şey bu sorunun yanıtında gizli.

neyse kahvaltı yapacaktım.

kendine iyi bak.

05.04.2015
12.26

Beni hiç bırakma diyen sevgili

Merhaba beni hiç bırakma diyen sevgili, nasılsın? epeydir görüşemiyoruz.
beni hiç bırakma demeye devam mı? Şimdiki sevgilin de seni hiç bırakmayacağım yalanını inandırıcı bir şekilde söylüyor mu bari?

bana da aynı şeyleri söylemiştin çünkü.
Ben sana hiç yalan söylemedim, hep sözümün arkasında durdum her zaman, seni hiç bırakmadım.

Samuel beckett amcanın godot'yu beklerken tiyatrosunda bir sahne vardı aklıma o geldi.

+seni hiç bıraktım mı ki?
-ama gitmeme izin verdin.

evet tam da bu sahne işte. biz de aynısını yaşadık seninle galiba. seni gerçekten hiç bırakmadım ama gitmene izin verdim.

peki neden mi izin verdim? seni serbest bırakmak istedim, serbest bırakınca ne yapacağını görmek istedim. Bana güvenmiyorsan gidersin dedim ve gittin.
Güvenmiyorsan demiştim

gittiğine göre demek ki güvenmemişsin.

Şunu da söylemeden edemeyeceğim, gittiğine sonradan sevindim açıkçası, çünkü güvenin olmadığı yerde aşkta olmazmış. Sadece yaşadığımız anılara üzüldüm, onlara da yapacak bir şey yok, geçmişte kaldılar, napalım.

neyse, hoşçakal.

Cam temizliği

Ev bayağı dağınıktı ve gittikçe kirli bi hâl almaya başlamıştı.
Ben de erkek halimle olduğu kadar temizliyordum. En son mutfağa girip bütün bulaşıkları temizledim sonra nedense mutfağın pencereden dalmış dışarıyı izlerken camlar gözüme çarptı, çok kirlenmişlerdi. Hemen google'a camlar nasıl silinir yazıp öğrenip işe koyuldum.

Kendi odamdan başladım ardından mutfağa çıktım.
Mutfağın camları tertemiz ederken aşağıdan bi ses.. Karşı komşu kızı.. kolay gelsin diyor gülümseyerek..
Hayatımda başka böyle bi an yaşamamıştım.

Bir erkek cam temizliyor ve bir kız kolay gelsin diyor gülümseyerek. Garipsemistim ama hoşuma da gitmişti. Sağ ol komşu kızı dedim ve gülümseyerek camları temizlemeye devam ettim...

Kadının üstünlüğü

Üstünlüğü ele almaya çalışan, erkek üzerinde hüküm sürmeye çalışıp her dediğini yaptırmaya çalışan kadın kaybetmeye mahkumdur.
her dediği olan kadın artık bu durumdan sıkılacaktır, feminenler her ne kadar hoşnut olmayacak olsa da doğanın gerçeği budur, kadın bilinçaltında güçlü bir erkek tarafından kontrol edilmeyi ister.
kontrol edici bir kadının olduğu ilişkiler genellikle çalkantılıdır.

Ne demiş Memduh Şevket Esendal iki kadın hikayesinde :

"koca dediğin bir köle olursa onun ne tadı kalır?"

Yaşlılık hayalim

Zaman makinemi çalıştırıp kendimi 40 yıl sonraya alıyorum...

... alarm yok, kendi kendime saat 9.30 civarında uyanıyorum, yüzümü yıkadıktan sonra deniz manzaralı evimin renkli pencerelerini açıp denizten esen meltemi odama buyur ediyorum. hafif meltem yeni yıkadığım yüzüme vurdukça sıcak yaz gününde kedi gibi serinliyorum. biraz daha serinlemeye devam ettikten sonra mutfağa gidiyorum. karıcım yine aynı saatlerde uyanmış o ince beyaz pamuk ve yaşlanmış elleriyle kahvaltı hazırlıyor. "günaydın hatun" deyip bir öpücük konduruyorum boynuna.

en sevdiğim küçük prensli kupaya kahve hazırlıyorum kendime.

"yine mi kahve?" diye soruyor eşim.

"e kaç yıllık evliyiz be hatun bilmiyor musun sabah şunu içmeden güne başlayamadığımı?"

"tamam tamam hadi çabuk iç de kahvaltı 5 dakikaya hazır" gülümsüyor eşim.

kahvemi hazırlayıp balkona çıkıp denize karşı kahvemi içiyorum.

sabahın 9.45'i de olsa insanlar denizin keyfini çıkarmaktan geri kalmıyorlar, sahil oldukça kalabalık...

kahvemi bitirmek üzereyken "hadi be adam! kahvaltı hazır seni bekliyor" diye ses geliyor içerden.

"geldim geldim dur 2 dakika"

3 yudumluk kalan kahvemi fondip yapıp odama dönüyorum.

"geldim canlarım, ben de kahvaltı yapmaya gideceğim şimdi ama kahvaltıdan önce sizi düşünüyorum, siz aç kalırsanız boğazımdan geçmez ki.. alın bakalım yemlerinizi" mavi ışıklarla donattığım akvaryumumun içindeki balıklarımı yemliyorum.

"adam hadii kahvaltı buz oldu buz!"

"geldim be hanım, 2 dakika balıkları yemleyeyim dedim"

"bi gün dökeceğim balkondan aşağı balıklarını göreceksin o zaman!"

"hanım n'apayım ben de onlarla ilgileniyorum işte, zaman geçiriyorum öyle"

"aman aman..."

"asma şu güzel suratını hatun"

"ben sana surat asabilir miyim be adam? bi ömrüm daha olsa yine senle harcardım..."

"kahvaltıya can geldi, şair yürekli hatunum benim, bu çay senin şerefine" çay bardağını şarap kadehi misali havaya kaldırıyorum.

böylece güzel bir kahvaltı yapıp sabahı bitiriyoruz.
öğleden sonrası da yaşlılığıma kalsın.

Eskilerden bir gün

Az önce bir aynaya baktım saç sakal yine birbirine karışmış. Odamın içine hapsolmuşum. Vücudum kan ve kahve dolaşımı yapıyor. Evin içinde kahve kupası ile geziyorum. Klavyenin tuşların üstü terlemiş. Giydiğim terlikler yıllardan kalma. Masamın üstündeki kitapları yaksak evin kışlık ısınma ihtiyacı karşılanır ama sadece masanın üstünde duruyorlar. Hala ne işe yaradığını bilmediğim YDS test kitapları duruyor masanın üst raflarında, güya çalışacaktım. Tarık Buğra’nın kitabını aldırmıştım, sırf kaldığım yeri unutmamak için kitap açık şekilde duruyor.
Ne zaman güzel bir şarkı duysam şarkıcının albümünü internetten hemen indiririm. Güzel bir film mi çıkmış? beklerim internete düşünce belki izlerim. Sinemaya gitmek için evden bir adım atmak gelmiyor içimden. Zaten de işim olmaz sinemayla. Alışveriş diye bir şey var insanlar gidip bir şeyler alıyorlar mağazalardan. Benim elimin altında gittigidiyor gibi online alışveriş siteleri var giriyorum siteye kafama göre beğeniyorum basıyorum tek tuşa 2-3 güne gelir eve kargoyla az sabırlı olalım yeter zaten hep evdeyim kargonun evde yokken gelmesi gibi bir ihtimal söz konusu değil.
Tartışmalar hiç bana göre değil, sessiz kalmak çoğu zaman daha iyi bir tercih. Parfüm tercihimi özenli yaparım ki zaten her zaman kendi parfümümü kendim soluyorum. Muhabbetim sıkıcıdır sıradan günlük olayları 30 dk 1 saat konuşacabilecek biri asla değilim. Araştırdığım ilgilendiğim konular tamamen farklı şeyler çoğu kişinin ilgilenmediği boş görünen şeyler.
İşte sonra kendime sordum ben bunları buraya niye yazıyorum diye ne bileyim işte yazasım geldi yazdım. Ben yazayım isteyen okur zaten ama sanmıyorum uzun yazı görenler atlayıp geçiyorlar ve paragrafın bu alt kısımlarını göremeyecekler bile.
Neyse bu kadar yazdık fazla uzatmayalım.
Sonuç şu ki; boş boş yazıyorum ve rahatlıyorum.
06.01.2013
Saat 23.13

Bozuk Kulaklık

Bugün oturup gün boyu seni düşündüm. çok sıkıldım, bunaldım, üçüncü kata çıkıp balkondan aşağı baktım sık sık.
Kendimi düşerken hayal ettim. düşmekten çok uçmaktı belki, bilmiyorum. Ama gün boyunca sıkıntıdan ölemediğim kesindi. O kadar sıkıldım ki bir ara, çalışma masasının üstünde ders notlarının arasında kaybolmaya yüz tutmuş bozuk kulaklığı aldım elime, uzun zamandır tamir edilmeyi bekliyordu. onla uğraşırken zamanın nasıl geçtiğinin farkında değildim, yapmaya çalışırken iyice bozmuştum en sonunda kaldırıp atmıştım mamafih evi yeni temizlediğim için kablo parçacıklarını hemen geri topladım. Bilgisayar masamın üstünde kanser olmaktan korkan bir masa saati vardı, pili bitmişti, çalışmıyordu ve saat hep 12.49’u gösteriyordu.